19 Ekim 2011 Çarşamba

HANİFE TEYZE SENDROMU

     Babamın işten dönüşünü bekliyorduk kardeşimle. Balkonun korkulukları yükselmişti. O yüzden alnım korkuluğun eski seviyesini anca geçiyorken artık iyice aşağıda kalmıştım. Kardeşim bir yandan bana sataşırken bir yandan da sorup duruyordu babamı görüp göremediğimi. Cevap vermiyordum. Saat 4 e yaklaşıyordu. Nihayetinde sokağın başında gördüm babamı. Heyecanlandım bir anda, kardeşim çok çok az da olsa görüyordu aşağıyı ve babam yaklaşırken fark etti onu. Önce ikimiz de salak saçma hareketler yaptık fakat babam bakkala yaklaştığında ise heyecan, sessizlik kostümünü giymişti. Ağır çekimdi sanki. Hani eski türk filmlerinde aşıklar 10 metrelik mesafeyi ağır ağır 1 dakikada kat ederler ya sanki o ağırlığı o yavaşlığı hissediyorduk. Babam tam bakkalın önüne geldiğinde bir anda o yöne çark etti. İşte bu !! Zafer bizimdi artık. Babam altın değerinde ki cornettoları almıştı nihayet. 90 bin liraydı o zamanlar ve her zaman yiyemezdik. Magnum ise hayal ötesi idi. Babam yukarı bakıp sırıttı bize. Kardeşim hemen kapıya yöneldi ve  koşa koşa babamı merdivenlerde karşıladı ardından torbayı çekip hızla geri döndü eve. Ağzımız kulaklarımızda yiyorduk cornetleri. O sırada annem çabuk yememizi çünkü akşam yemeği için anneanneme gideceğimizi söyledi. O an her şey bulanıklaştı. Elimdeki 90 bin liralık cornet bile artık bir şey ifade etmiyordu…
                                       …………………………………………………………………………..
Arabanın arka koltuğuna otururken kardeşim şebeklik yapmaya devam ediyordu. Bense kara kara düşünmekteydim. Caddeler yerini sokaklara bıraktı. Yaklaşmıştık. Arabadan inmeye çalışırken onu gördüm. Gözlerini patlata patlata geliyordu bize. Annemle sarıldılar ama bu durum onun ürkütücülüğünü hiçbir şekilde azaltmamıştı. Gözlerini bana dikti. Bense koşarak eve kaçtım. Titriyordum hafiften.  İğne korkusu göt korkusu olmuştu. Kafamda geniş çaplı iğneler dans ediyordu.  Zaman geçtikçe korkuyu unutmuş ve rutin şımarıklıklarıma başlamıştım kardeşimle birlikte. O zamanlar kırmızı bir topumuz vardı. Kames değildi. O kameslere ne özenirdim. 3 katlıları vardı bir de onların. Birkaç sene sonra üretilen fevernova topları bile kames 3 katlının yarattığı etkiyi ve hayranlığı yaratmamıştı. Kırmızı dandik topumuzla anneannemin evinde kardeşimle “ karşıdan karşıya” oynuyorduk. Gol yedikçe tartaklıyordum biraderi. O zamandan beri biraderli hacılı konuşurdum. Racon adamıydım. Yersen. Evden çıktıktan sonra ilk mahalle çocuğu tehditinde altıma sıçmak suretiyle balkonda oturma ihtimalini sevdiğim ebeveynlerimi arardı gözlerim. O zamanlar da böyle ebeveyn gibi kelimeler kullanırdım. Klas adamdım. Bunu da ye tamam mı ? Neyse. Top oynarken yaptığımız holiganımsı taşkınlıklar anneme ve anneanneme fazla gelmişti. Nihayetinde annem o sihirli cümleyi kurdu. Merak etme bu sihirli cümle, dünyanın en sihirli kelimesi olan “ lütfen” i barındırmıyordu. Muhteşem yıkıcılık kapasitesine sahip cümle döküldü annemin ağzından. “Uslu durun bakayım şimdi çağırıcam Hanife teyze yi. Yiceksiniz götünüze iğneleri”. Uyaklı konuşurdu annem o zamanlar bile. Bunu da yemişsindir umarım. Neyse. Dünyam bir anda grimsi bir dehşet rengine büründü. Sessiz kalamadım. Çığırtkanlığım devam etti. Durduramadılar beni şımardıkça şımardım. Tam o anda zil çaldı. Annem kapıyı açtı. Salondan onun sesini duydum. Hemen küçük odaya koştum. Cenin pozisyonu alarak koltukta büzülmüştüm. İçeriden onun sesi geliyordu. Hanife’nin. “nerde o getirin buraya çabuk. Vurayım götüne iğneyi aklı başına gelsin şımarık çocuk. Gel bakayım buraya gelll!!” içeride sesleri duydukça devekuşu misali kafamı koltuğun köşesine soktum da soktum. Annem geldi içeri. Hadi gel bakalım aklın başına gelsin diye sürüklüyerek Hanife’nin yanına götürdü. Direniyordum. Çığlıklarım inanılmazdı. En sonunda onun o sert yüzünü görünce “uaaaaaaaaaaaooooo” diye koyverip kendimi son hız evden dışarı attım.alttaki yumurtacı dükkanına saklanmıştım. Bi ara balkona baktım. Anneannem o çok sevdiğim tatlısını ikram ediyordu çayla birlikte. Bir tanecik göt kardeşim bana bakıp piç edasıyla sırıttı bana. Lan o yediği tatlı 90 binlik cornetten değerliydi hep. Hanife ve iğnelerinin yarattığı göt korkusu bendeki anneanne tatlısı sevgisini yenmişti. Göt kardeşim kardeş olduğu için hoş görülmüştü ve Hanife iğneleri ona işlemezdi. Bana işlerdi. Bok vardı değil mi büyük olmakta. Hanife gitti. Ben akşam yemeğinden sonra tatlıya abandım. Korkum seyreldi ve eve geri döndük. Aklımda Hanife,iğne,tatlı,kames, cornet resimleriyle uyuyakaldım. Alnımın akıyla bu hafta sonunu da atlatmıştım. Artık yeni hafta hazırlıklarına başlamalıydım. Hanife teyze sendromuna yakalanmıştım ama. Bu sendromun pençesinde cebelleşe cebelleşe büyüdüm ve bir süre sonra sonra Hanife teyze ve iğneleri artık yoktu. Taşındı mı yoksa öldü mü hiç bilemedim. Hiç sormadım bile nedense.
                                                        …………………………………………………

Kurstan çıktım. Her zaman yaptığım gibi hiç çay gelmeyen çay bahçesinde takıldım bir süre. 22 yaşında hayatın anlamını çözmüş bir müthiş gençtim. Bunu da yediğini söylemeyim değil mi artık. Neyse. Kalktım yavaş yavaş durağa yürürken bir çocuk gözüme çarptı. Annesine eziyet ediyordu resmen yaramazlıklarıyla. Ona bakıp güldüm yaklaştığım sırada. Çocuk beni öyle görünce daha da azdı. Nihayetinde annesinin ağzında sihirli cümle döküldü “ Bak uslu dur veririm seni amcaya döver seni.” Ulan ne amcası n'oluyor? Daha 15'liklerin abi demelerine alışamamışım! Neyse. Çocuk bu sözleri duyunca benden uzaklaştı hızla. Artık o çocuğun da bir sendromu vardı. Kurucusu da bendim. Yoluma devam ederken kan merkezinin yanından geçiyordum. İçeride hemşire teyze kan alıyordu birinden. Ense kıllarım dikeldi. Adımlarım bakkala götürdü beni. Bir tane magnum alarak yoluma devam ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder