25 Ekim 2011 Salı

SON NEFES

   Hafifçe doğruldum yerimde. Sol tarafıma doğru uzandım telefonumun saatine baktım. Vakit tamamdı. Bir şort bir tişört giydim çıktım ardından. 19 yaşında olmanın verdiği hiçbir şeyliği yaşamanın keyfi güzeldi. Sokağın başına geldim kafamı yukarı kaldırıp cefakar anneme el salladım. Anaokuluna başladığım ilk günden beri yaptığım şeydi bu. O zamanlar ya annem ya babam beni okula bırakırdı ve yanımda olmayanına dönüp el sallardım balkona doğru. Yaklaştı bizimki nihayetinde. Kafa tokuşturarak selamlaştık. İrfan abinin yerine yol aldık. İrfan abiyle önce hiçbir kelimenin anlaşılmadığı, sadece boğuk kahkahaların sahne aldığı bir muhabbeti “ abi bize iki çay yaa” sözüyle tamamladık. Her şey iyiydi, mekan sahibinin kankası olan bıçkınlardık ama bir çayı saatte ortalama 10 yudumla içebilecek kadar ekonomik özgürlüğümüz vardı. Cebimden1,9 TL çıkarıp uzattım bizimkine. Bizimki küfretti. Hep ona aldırıyordum çünkü. Yaklaşık 1 dakika sonra geldiğinde kısa sigaralarımızı yakmıştık. Önümüzde 2 saatimiz, 1 çayımız ve tütmesi gereken 10’ar sigara vardı. Tavla oynamaya başladık. Karşılıklı küfürleşmekten duman tüttürmekten, kahkaha başına düşen kelime sayısı 4 ü geçmeyen muhabbetimizden keyif alıyorduk. Saatler gece yarısına yaklaştığında balkabağına dönüşmekten korkan kız gibi eve doğru yol aldık. Yolda yere ortalama 6 balgam attık. Ağzımızı sonuna kadar açıp tüm havayı içimize çekmek istedik. Sakız bizim en önemli kamuflajımızdı. Aldık. Buluştuğumuz köşede bu sefer ayrılırken eller tokalaşma pozisyonunda yaklaşık 10 dakika küfürlü muhabbete daldık. Kafaları tokuşturarak ayrıldığımızda artık birbirimizin gözünden kaybolmamıza rağmen tavlada birbirimize nasıl koyduğumuzla alakalı sözler içeren iltifatlarımız sokağı inletiyordu. Sokağın başına geldiğimde kafamı kaldırıp yukarıya bakarken balkonda yavaş yavaş büyümekte olan bir gölge belirdi. En sonunda babam gözüktü ufukta. Hep aynıydı. Ne zaman apartman kapısına 13 metre kalsa babam balkonda belirirdi. İlk zamanlar nasıl olduğunu anlayamazdım. Sonra artık alıştım. Şimdi ise hala anlayamıyorum. Apartmana girdiğimde merdiven tırabzanlarına elimi bastıra bastıra yukarıya çıkıyordum ki elim tırabzan koksun. Bu da son kozumdu.
                 Babamın dürtmesiyle uyandım. Kahvaltının ardından dışarı attım kendimi. Saat 3 olmuştu. Bizimkiyle buluştum. Kafaları çekmeye gittik Alsancak tarafına. Mekana geldiğimizde hemen birer tane 70lik söyledik. Cebimden 1,9tl çıkardım uzattım. Küfür etti. Dirençliydi bu sefer. Bu sefer ben aldım gidip. 50 kuruş zam gelmişti. İnce hesaplar yaptım. Neden olduğunu hala çözemiyorum. Geri geldiğimde önümüzde içilmeye hazır bitmesi gereken 10’ar sigara ve cebimizde birer tane 50lik daha söyleyecek para vardı. Mekanın değişmesi bizim medeniyetimizi etkilemedi. Oymalı muhabbet çok tatlıydı. 2. biralarımızı içtik. Biz neydik be böyle. İnanılmaz içmiştik. Durağa doğru yürürken karşımıza çıkan bir dilenci 1 TL istedi, umursamadık. Yolumuza devam ettik. Eve doğru yaklaştığımızda otobüsteki insanların hakaret içeren bakışları bize acz içinde bırakmıyor üstelik bizi daha da “cool” hissettiriyordu. O kafayı hala yaşarım. İndik. Köşede vedalaştığımızda kafalar tokuştu, gözden kaybolana kadar küfürler havada uçuştu. 3-2-1. İşte bu. Metro hassasiyetindeydi babam gene. Sanki evde “utku 2 dk.” İbaresi vardı. Bunu düşünüp sırıttım. Şu an gene sırıttım. Tırabzan eşliğinde merdiven yolculuğum kendimi koşar adım helaya atmamla son buldu. Profesyonelliğin doruğunda idim. Hiçbir şekilde kendimi açık etmiyordum.

      Bu olaydan 2 sene sonra kendimi ele verdim. Artık evin içinde öksürmeye tırsıyordum. Kendimi kasıp balkona atıyor, olanca gücümle balkonda öksürerek olayı örtüyordum. Okula döndüğüm zamanlarda da, bizimkiler ne zaman arasa kendimi kasıyordum aynı evde yaptığım gibi.
      Bizimkiyle buluştum gene. Cebimden 2,4 TL çıkarıp uzattım. Aldı. Yaktık keyiflice. 3 saate yaklaşan muhabbetimiz çok iyi anılar bırakmasa bile zihnimizde, bizi anlık mutluluklarla avutuyordu. Ertesi gün okuduğum yere dönecektim. Bu sebeple “bokunu çıkarmak” tabirini layığıyla yerine getirip onu utandırmadık. Sabah oldu. Servis tam 8.45 te üst sokaktan hareket edecekti. 8.37 de saate baktım ve erken olduğunu düşünerek çocukken bile izlemediğim çizgi filmleri izlemeye devam ettim. 8.42 de evden çıktım. Yol üstünde gördüm servisi. El ettim. Durdu. “otogar mı” dedim. Adam olumsuz yanıt verdi. Şubenin önüne geldim. Adam servisin gittiğini söyledi. Meğer “otogar” diye bir firma varmış ama benim servis başka firma olduğu için soruma olumsuz cevap vermiş. Algıladım ama algımda problem varmış gibi davranıyordum. Otobüs 45 dakika sonra kalkacaktı. Cool bir şekilde eve dönüp bir hayvan gibi kapıyı yumrukladım. Kardeşim kapıyı açtığında onu nikahtan gelin kaçırır gibi aşağıya sürükledim. Arabanın anahtarını aldım. Attım benim biradere. Öndeki arabayı takip etmesini söylemeyi çok istedim. Yapamadım. Arabayı çalıştırdı. Hareket etmek üzereyken biri apartman kapısını açıp kendini arabanın üzerine attı. Yaşadığım şoku atlatmadan annemin elinde havluyla arabaya bindiğini görmek beni ziyadesiyle düşüncelere sevk etti. Tahmin etiğim gibi annem, tahta zımparalarcasına kafamı havluyla kurutmaya başladı. Stresten terlemiştim. Kırmızı ışıkta durduk. O anda yanımızda belediye otobüsü vardı. Gözümde gözlük gayet cooldum ön koltukta. Ta ki annem arka koltuktan bir anda saldırıp tişörtümü çıkartmaya çalışana kadar. Bavulumu açmış bir tişört çıkarmış onu bana uzatıyordu. Ben karşı koydukça olay eminim belediye otobüsünden çok ilginç gözüküyordu. Tişörtümü tazeledikten sonra otogara varmıştık. 10 dakikam vardı ve ben tuvalete gitme, dergi alma, sigara içme ritüelimi tamamlamalıydım. Ne var ki sigaram yoktu. Bavulumu bagaja verdim ardından tuvalete gittim. Koşar adımlarla büfeye yanaşıp sigara ve peçete alacakken arkamı dönesim geldi. Onu hemen 1 metre arkamda buldum elinde tişörtle. Annem. Elimde sigara vardı ve büfeciye geri vermek istemedim. O tedirginlik çok fenaydı. Bir yanda erkekliğe leke sürdürmemek vardı bir yanda anne zulmü. Gözlerimiz konuştu sadece. Ben “ canım annem benim cefakar annem” bakışı atıp sigarayı çantama tıktım. Ama annem sigarayı önemsemedi. Tek derdi yer yer terden ıslanmış tişörtümü değiştirmekti. Gitmiş adama “ sana sarı tişörtlü, irice bir çocuk bavul verdi mi” diye sormuş. Olumlu yanıt alınca da” ver bakayım bavulunu. Bilmez o üşüttüğünü hastalanır”  demiş. Annemin elinden tişörtü kapıp otobüse bindim. Annem çeşitli tiyatral hareketlerle tişörtümü değiştirmemi söyledi. Ben sağ tarafımda iki kız olduğunu anlatmaya çalıştım. Onlar bana gülüyorlardı. Sanırım annem bavulum isterken onlar da bagaj yerleştiriyorlardı. Elimde tişört otobüse bindiğimde bana gülümsemelerini yanlış yorumladığım kanısına vardım. Şimdi resmen kahkaha atıyorlardı. Yola çıktım. 1-2 saat sonra 2-3 kere öksürdüm. Muavin “ anneni dinlemezsen böyle olur” dedi gülerek. Pezevenk prim yaptı kızların gözünde. Bende kulaklığımı takıp anlamlı bakışlarla dışarıyı seyreyledim…
……………………………………….
      Bizimki gelmişti ziyaretime. Oturduk. Birer kahve söyledik. Cebimden 2.75 tl uzatıp verdim. Kuruş şaşmazdı. Tavla oynamaya başladık. Hayvan gibi olmuştuk ama oymalı sohbetin çekiciliğinden kaçamıyorduk. Ardından biraz gezintiye çıktık. Dilencinin biri gelip 5 lira istedi. Umursamadık.
     O gece çok öksürdüm. Öksürmekten kusacaktım. Mecaz kullanmadım. Sigarayı yavaş yavaş bırakmam gerekiyordu ama yemiyordu. Telefonum çaldı. Annemdi arayan. Ne zaman döneceğimi sordu. Ramazanda geleceğim dedim. Gene kastım ama bu sefer başaramadım. Telefonu tükürük içinde bırakan bir şekilde seri öksürmeye başladım. Annemden azar üstüne azar işittim. Artık rahatça uyuyabilirdim.
      Eve döndüm. İftardan sonra sahura kadar bizim çocuklarla takılıp dibine dibine vuruyordum cigarrettenin. 3 hafta böyle geçti. Ama artık çok keyif almamaya başladım. Sahura kadar süren batak partisinin ardından biraderle eve dönerken çok az içilmiş sigara paketime baktım ve biraderime çok içli bir konuşma yaptım. Etkilendi. O anda sigarayı bırakmaya karar verdik. Yemin ettik. O sırada karşıdan gelmekte olan çöp toplayıcısına baktık. Ağzında sigara vardı. Eminim ki ona vereceğimiz iki paket sigara onu çok mutlu ederdi. Yanına gittik. Adama almasını söyledik. Ama o, almadı. Nedenini sordu. Allahım sanki sınanıyorduk. Abiye yalvardık. Kırmadı bizi aldı sağ olsun.
        Döndüm okula. İçki içerken, yemekten sonra, kahve içerken, akşam gezmesinde, muhabbette, boğaza karşı yakmadım sigara. Geçilebilecek tüm testlerden geçtim. İrade gösterisi yaptım kendi kendime ve artık resmen unuttum sigarayı.
      Telefon çaldı. Arayan annem. Öksürdüm. Çok masumdu öksürüğüm. Ama annemden bir ton laf işitmeme engel olmadı bu. Azarımı işittim ve üstüne sigara yakasım geldi. Ötelemeyi başardım nihayetinde.
10 koca gün evde yalnız kaldım. Ama yakmadım inatla. Maç izlerken de yakmadım. Artık emindim kendimden.
Sigarayı bırakalı 3 aya yaklaştı ve artık tamamen soyutladım kendimi ondan. Telefon çaldı. Arayan bizimkiydi. Sigarayı bıraktığını söyledi. Bunun şerefine 6 dakikalık mükemmel bir oymalı muhabbete girmiştik. Kapadım. Sırıtıyordum yürürken salak salak. Karşıdan bir dilenci geliyordu ve benim bu saf tipimi görüp yanıma yanaştı. 10 lira istedi. Bu sefer umursadım. Savdım bir şekilde başımdan ama. Sanırım sigaraya zam gelmişti.

22 Ekim 2011 Cumartesi

SANDALYE LAZIM

Koşmalıydı biraz daha hızlı. Daha da hızlanmalı… Kız kendisine göz kırpmıştı. Belli ki ne istediği açıktı. Acele acele…  Bu ses neyin nesi. Ikkunaprinsessa melodisi çalıyordu dünyada. Artıyordu. Kız gülüyordu hınzırca. Ses dayanılmazdı. Sağa sola yalpaladı. Sarsıldı. Uyandı.                                                                 
         Alarmı çalıyordu ısrarla telefonun. 11 olmuştu saat. Küfretti. Daha 2 buçuk saat önce bu yatakta kucağında bilgisayar oyalanıyordu. Gene bütün gün sarhoş gibi dolanacaktı. Neyse. Yeni aldığı postere baktı. Odasına şöyle bir baktı. Gene boş bir gün onu bekliyordu. Daha kilim minder ve sandalye lazımdı ama minderden vazgeçecekti büyük ihtimalle. Kilimi halledebilirdi bir şekilde. Masaya baktı ve önünde duran tahta sandalyeye. Masanın başına hiç oturmamıştı. Bir türlü adapte olamamıştı. Eksikti bir şeyler ve sanki hiç tamamlanamayacakmış gibi geliyordu. Kalktı yüzünü yıkadı arkadaşlarıyla kahvaltı yaptı. Geri yatmak için yanıp tutuşuyordu. Ama damgalı eşek gibi olmak istemiyordu. Yeteri kadar dildeydi zaten tembelliği. Direndi. Ama koltukta sızdı kaldı. Mesajlar geldi, telefon çaldı birkaç defa. Ama yok tık. Uyandı. Başı dönüyordu. Televizyonu açtı. Herkes gitmişti. Loştu etraf. Akşam 5 e geliyordu saat. Yüzünü yıkamaya gitti. Çekyatın çizgileri yüzüne motif olmuştu. İfadesizce baktı ifadesizliğine. Oturdu. Zap zap zap. Kalktı sıkıntıdan bulaşık bile yıkamaya meyletti. Tekrar oturdu. Açık kapısından odasına ve yeni hayatına baktı. 90 km batıya kaymıştı tembelliği. Bir sandalye lazımdı. Onu alınca bitecekti her şey deli gibi çalışmaya boş oturmamaya başlayacaktı. 3 gündür öteliyordu bu işi. Çünkü bankamatiğin yerini bilmiyordu. Geçen şöyle bir dolaşmıştı kredi kartının borcunu ödemek için. Ama yoktu bankası. Son ödeme tarihi geçeli 2 haftaya yaklaşıyordu cebinde parası vardı ama kalkıp bankamatik bulmaya üşeniyordu. Sandalye lazımdı, ondan önce borcunu yatırması lazımdı ondan önce de bankamatik bulması lazımdı onun için de erken uyanması lazımdı. Ki artık bir şeyler yapabilmesi için. Tek çıkışta her şeyi halletmek istiyordu. Genel olarak böyle yaşıyordu. Ama zaman yetmeyeceği düşüncesiyle genelde toplu erteleme söz konusuydu. Odasında gezindi. Bir anda üzerini değiştirdi ve çıktı gitti. Karnını doyurdu. Günlerdir gitmek istediği kanatçıya gitmişti nihayet. Bu sefer de gitmese bu olay bir hafta ertelenirdi minimum. Çıktı. Gözünü karartıp spotçuya gitti. Kart borcunu yatırmak için evden bir kez daha çıkmayı göze almıştı. Sandalyeyi aldı ve eve döndü. Gülümsüyordu. Sandalyeyi hemen masanın önüne koydu. İçeri gitti televizyonu açtı. Artık şartlar olgundu. Hadi gidip bir şeyler yapsındı. Çok durmadı bu konu üstünde. Daha internet yoktu. O yokken bir şey yapmak imkânsızdı. Hele bir bağlansın neler olacaktı neler. Üniversitenin hazırlık sınıfı bittiğinde, eve çıktığı zaman her gün bir şeyler üreteceğine inanmıştı. Şu an 3. Evinde oturuyordu. Okulun 5. Ve son yılıydı üstelik şehir değiştirmişti. O zamanlar ev lazımdı. Bir oda lazımdı. Bez dolabı vardı. 2 sene kullandı ama dolap lazımdı alınsa kendini iyi hissedecek ve üretecekti. Şu an net yoktu. 3 gün geçti ve şubeye gitti ve ona bir telefon numarası verildi. Arayınca şikâyetlerini dile getirmesini çünkü bunu yaparsa internet bağlantısının bir an önce yapılacağı söylenmişti. 3 hafta bekledikten sonra bu hamle de aslında duruma göre iyi sayılırdı. Telefon kulübesinden aradı açan yoktu. 1 kere daha denedi. Cevap yok. Sıkkın sıkkın eve dönüyordu ki bir haftadır almayı düşündüğü kalem pili almak için markete girdi. Eve geldi, pilleri taktı oda kokusuna. Pıssladı. Gülümsüyordu. Hadi ama artık daha ne olsundu. Çok düşünmedi bunun üzerinde. Televizyonu açtı. Maçlara bakıyordu. 7. Tekrarı vardı Ankaragücü Galatasaray maçının. Kazımın attığı golü izlerken artık tam o anda çimlerin hareketlerini bile ezberlemişti. Saat gece 3-4 civarı yatağına gitti. Aldı bilgisayarı kucağına ve dizi izlemeye başladı. 7ye doğru kapattı. Son bir kez filmlere baktı. Daha önceden izlediği rise of evil e bir göz atmak istedi.3 saatlik bir filmdi. Bazı sahnelerini izlemek istedi. Kapadığında 8 buçuk olmuştu. Geçen şu BBC belgesellerine bakmayı düşünmüştü. Açtı onu nasılsa 2-3 dakika izler sıkılır uyurdu. Kapadığında saat 9 buçuktu. Küfretti. Yattı. İkkunaprinsessayı severdi. Çok tatlı bir ezgisi vardı. Ama artık nefret ediyordu. Saat gene 11. Kalktı sabah rutinini tamamladı. Televizyon karşısında sızdı. Uyandı. Kendini dışarı attı. Telefon kulübesine gitti. Aradı. Bağırdı adama. Huyu değildi aslında ama olmuştu bir kere.akşamına net bağlanmıştı. Artık keyifliydi. Sonunda masanın başına geçti internete girdi saat 9du akşam. Tuvalete kalktı. Saate baktı tekrar oturduğunda. Sabahın 5i olmuştu. Daha erkendi birazdan yatardı. Daldı gitti. 7 olduğunu gördü. Kalktı yattı. Erken yattığı için iyi hissediyordu.
            Günler böyle geçti. Üretmemişti. Saçma sapan nette gezinmekten başka yaptığı bir şey yoktu. Kutsal bir törendeymişçesine birkaç yere iş başvurusu yapmıştı. Mail göndermişti ama bir haftadır kontrol etmemişti. Maillerine bakmayı bile erteliyordu. Aklına geldi. Baktı. Birinden cevap gelmişti. İstediği zaman görüşmeye çağırılmıştı. Sabahın 7siydi. Uyumadı duş aldı. Çıktı gitti. Ajansa gelmişti. Başvuru yaptığı kişinin müsait olduğunu öğrendi içeri girdi. Adam kalktı. Onu elemanların yanına götürdü. İşyerini tanıtacaktı iş arkadaşlarıyla tanışacaktı. Çalışılan kısıma geldiler fakat kapıda durdular. Adam yüzüne baktı.” Yerimiz kalmadı, gördüğün gibi tüm sandalyeler dolu. Senin için sandalye lazım. Aldığımızda seni ararız. “ dedi. 2 ay oldu. Arayan soran olmadı. Sanırım onlar da her işi toptan yapmayı seviyorlardı. Çok düşünmedi bunun üzerinde. Televizyonu açtı.

21 Ekim 2011 Cuma

FANUSUN İÇİNDE

     Merhaba. Nasıl gidiyor? Ben kim miyim? Önce ben neyim diye sorman lazım. Benim adım ferat(yanlış yazmadım h’sizim ben) küçük ferat derler bana. Gerçi diyenler dostlarım değil sahibim olacak bir mühendis adayı ve onun ne idüğü belirsiz ev arkadaşları.  20 cm çapında bir fanusta yaşıyorum. Buna da yaşamak denirse elbet. Bettayım ben. Koyu maviyim. Enteller parlement mavisi diyorlar bana. Onlara koca bir s..ir çekmek isterdim. Ama ağzımı açtığımda çıkan şeyler sadece baloncuklar. Yalnızlık koymaz aslında bana o kadar. Zaten sene de bir kere çiftleşiyorum doğam gereği. Yani senin bildiğin erkeklere benzemem. Bir çiftleşirim tam çiftleşirim. Bırakalım bu saçma sapan konuyu. Ne demiştim.. hah .. sahibim bir mühendis adayı ama sanırsınız ki filarmoni orkestrası. Her bir b.k var. 2 tane gitarı bir tane yan flütü bir tane mızıkası bir tane neyi( o espriyi yapmayacağım o düzeyde bir balık değilim rahat ol) ve bir tane vuvuzelası var. Fanusum 5 cm karşısına 10 santimetrekarelik bir ayna koydu bi de. Arada bakıyorum dalıyorum. Lan ne güzelim öyle ufacık tefecik “parlement” mavisiyim. Bu dalışlarım evdeki hıyarların pek hoşuna gidiyor.”ba ba salaaa ba kendini başka balık sanıyo” diyorlar. Yanılıyor aptallar. Benim ,aynada ki yansımamı başka bir balık sanma olasılığım ,onların el diye adlandırdıkları uzuvlarını  kendi türlerinin dişileri sanma olasılığından daha düşük. 
        Neyse biraz bu fanusumda ki geçmişimden bahsedeyim. Yaklaşık olarak 7 aydır yaşıyorum bu fanus ve bu sahiple. Bu eve geldiğimde dini görüşüm yoktu. Ama sahibimin saçma sapan hareketleri beni Müslümanlığa yöneltti. Neden mi? Kendilerinin ramazan ayı olarak adlandırdıkları kutsal bir ay varmış. Yemekten sudan kesilmek gerekiyormuş. İyi hoş güzel fakat ben balığım. Ben niye oruç tutuyorum. Sahur ve iftar diye kavramlar öğrendim. Açlığı öğrendim ama susuzluk nedir hala anlayamadım sanırım o konuda biraz sıkıntı var. Aman neyse yahu. Sahibim memleketine gitti 15 gün gelmedi. Mal beni götürmedi. Aç kaldım 15gün. Ama ölmedim. İnadına yaşıyorum. Geldi bu sahip fanusumun suyunu temizlerken beni elinden düşürdü. Kendimi bir anda köpüklü suların arasında buldum.  Hayatım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti. Her yer buğuluydu maviydi gerçi neyse. Ölmedim gene ölmedim. Sahibim olacak hıyarağası aldı beni vücuduma bulaşan bulaşık deterjanını temizlemek için beni çitiledi. Hayvan. Öhöm kendime ayıp ettim kusura bakma. Bir de sizin “rakı şişesinde balık olsam” tabiriniz bitirdi beni. Bi düşündüm sonra. Lan bi büyükte ben böyle olimpik havuz etkisi yakalayabilirim niye olmasın. Bu sahibim rakı içer bazen. Umarım bi gün beni içine atar. Beyaz hocam bi kere beyaz. Ortam değişik. Ooooofff offff. Dalgacı olduğuma bakma be . Bak sana iki kelam etme fırsatı yakaldım çenem hemen düşüverdi.  Çok sıkıldım fanustan. Gelen geçen tıkırdatıp duruyor bok var gibi. Sen şimdi beni okumayacak olsan şu koca g.tlü hıyar gelip beni anlamaya çalışacak mıydı? Hayır. Her şey menfaat üzerine her şey. Pehhh yalan dünya. Neyse. Sizden ricam bu kocaman eğer beni  rakı reklamında yazmazsa vurun ağzına ağzına. Sürünsün .bne. balık hafızalı olmadığımı gördünüz. Gönül isterdi ki karşılıklı oturup bi sohbet edelim 2 duble bişeyler içelim. Ama işte balık olmak zor çıkamıyorsun sudan. Sudan çıkmış balık olamıyorum. Aslında biraz daha konuşsak benim çok bilge olduğumu anlarsın .. hani sizin dizilerde bilge balıkçılar var ya hah ben direk bilge balığım. Neyse  daha fazla vaktinizi almayayım ben ufaktan ufaktan kaçayım. Azıcık aynaya bakıyım da şu mallar gene gülsünler.hakkaten mallar ama. Olsun azıcık olsa bile seviyorum p.ştları. görüşmek üzere. Hoşça kalın…

20 Ekim 2011 Perşembe

TÜMEVARAN DÖNGÜ DURUMU

   Her zaman ki gibilerin ilkiydi bu. Yeni düzene alışmaları daha doğrusu bu şaşkınlığı atma süresinin dolmasına daha vardı. Mutlu, erkeklik yapıp tren biletlerini almıştı. Ismarlayan olmak iyiydi. Perona geldiklerinde stratejileri saklambaç oyunu kadar basit ama dünya savaşlarında ki kadar haindi. Berna bu durumlarda babasını tanımayabilecek bir karakterdi. Mutlu genelde naif bir adamdı. Berna onu vahşileştirmeye çalışıyordu hafiften.
     Berna iyi bir sevgiliydi. Bir erkek için ideal olandı. Tabii ki bazı durumlar dışında. Çişi geldiğinde, aç olduğunda, uykusuz olduğunda, yorgun olduğunda huysuzlanırdı. O anlardan biri yaşanmaktaydı. Sihirli kelime ağzından döküldü. “açım !!”. çok sızlanırdı. Fakat o kadar sızlanmasına rağmen yediği, 2 lokma tabirini dolduramayacak kadar bir miktar olurdu genelde.
      Tren yaklaşırken ön saflarda yer belirlemeye çalışan Berna “ yorgunum ya hadi, ayakta kalmak istemiyorum.” Deyince Ismarlayan biraz sıkıntıya girmişti. Bu gibi durumlarda gerekli vahşiliği gösteremiyordu. Berna biraz önce saydığım durumlarda Uyuzlar Kraliçesi oluverirdi. Mutlu ise stres ve kaygıyı bir arada yaşardı. Genelde Uyuzlar Kraliçesi bu gibi durumlarda insanlarla kavgaya tutuştuğunda Ismarlayan “canım tamam sakin ol.” Ya da “beyefendi kusura bakmayın.” Derdi. Fakat ağzından çıkan çoğunlukla “mıfırhıs” ve türevleri olurdu.
       Nihayetinde trene bindiler. Vagonun hemen hemen yarısının boş olduğunu gören Mıfırhıs neşelendi, keyfi yerine geldi. Gülümsemeye başlamıştı, yavaş yavaş pişmiş kelle gibi sırıtmaya yol aldı. Oturduklarında çok rahatlamıştı Mıfırhıs. Uyuzlar Kraliçesinin yüzü asıktı. Mıfırhıs olayın gidişatını görebiliyordu. Gazeteye gömdü kafasını. Sessiz dakikaları yaran  trenin sesi, monotona varırken, simitçi peydah oluverdi bir anda. Mıfırhıs, Kraliçeye “simit alayım mı açsın iyi gelir” dedi. Açlıktan bakışları değişen Queen, yerse doyacağını ama gecenin köründe acıkacağını ve bu işkenceyle hayatta uyuyamayacağını beyan etti. Mıfırhıs ağlamaklıydı. İki ucu keskin bıçak her an girebilirdi. Bir tane alıp paylaşmayı teklif etti sonunda.  Uyuz Queen’in bakışları bir an donuklaştı. Cüzdanına meyletti. Mıfırhıs daha hızlıydı. 1 tl uzattı simitçiye ve “1 adet simit istiyorum” dedi. Üstelik bunu çok net söyledi. Ismarlayan gururluydu. Kraliçe simiti yediğinde sakinleştiriciyle etkisiz hale getirilen bir boğa misali yavaş yavaş huzuru buluyordu. Küçük bir kız gibiydi. Tatlı idi Kraliçe. Ismarlayan artık kendine güven duyuyordu. Yol boyunca, o vagonun tek hakimi kendisiydi. Yanında da Tatlı Kız varken en büyük oydu.
     Trenden indi Ismarlayan ve Tatlı Kız. Metrobüse  doğru yürüdüler. Durağa  geldiklerinde sessizlik hakim oldu. Fırtına öncesi sessizlik elle tutulur haldeydi. Tatlı Kızın göz bebekleri büyüdü. Burnundan solumaya başladı. Metrobüs hafifçe yanaştı ve kapılarını insanoğluna açtığını zannetti. Fakat o anda insanoğlu, kendisinin bir hayvan olduğu gerçeğini hatırladı. Tatlı Kız gene birileriyle tartışıyordu. Ismarlayan yanaştı ve “ canım lütfen sakin ol” tarzında bir şeyler söyledi ama ağzından çıkan gene “mıfırhıs” oldu. Uyuz Queen ise inecekleri durağa kadar hiç konuşmadı.
      İndiklerinde ise yaşananlar biraz soğumuştu ve Mıfırhıs, İskender yemeyi teklif etti. Queen önce huysuzlandı. Fakat açlığı, huysuzluğunun önüne geçti. Gittiler bir güzel doyurdular karınlarını. Mıfırhıs hesabı istedi. Ardından bir taksi tutup eve gittiler. Eve geldiklerinde Ismarlayan ve Tatlı Kız yorgundu. Biraz oturduktan sonra uyumak için yatağa girdiler. Yorgun olmasına rağmen Ismarlayan, uyumak istemiyordu hemen. Tatlı Kıza yanaştı yavaşça. Tatlı kız yorgun olduğunu, çok uykusunun geldiğini söyleyince Ismarlayan “ haklısın aşkım. Özür dilerim düşünemedim” dedi. Ama ağzından çıkan sadece “Mıfırhıs” oldu.

19 Ekim 2011 Çarşamba

HANİFE TEYZE SENDROMU

     Babamın işten dönüşünü bekliyorduk kardeşimle. Balkonun korkulukları yükselmişti. O yüzden alnım korkuluğun eski seviyesini anca geçiyorken artık iyice aşağıda kalmıştım. Kardeşim bir yandan bana sataşırken bir yandan da sorup duruyordu babamı görüp göremediğimi. Cevap vermiyordum. Saat 4 e yaklaşıyordu. Nihayetinde sokağın başında gördüm babamı. Heyecanlandım bir anda, kardeşim çok çok az da olsa görüyordu aşağıyı ve babam yaklaşırken fark etti onu. Önce ikimiz de salak saçma hareketler yaptık fakat babam bakkala yaklaştığında ise heyecan, sessizlik kostümünü giymişti. Ağır çekimdi sanki. Hani eski türk filmlerinde aşıklar 10 metrelik mesafeyi ağır ağır 1 dakikada kat ederler ya sanki o ağırlığı o yavaşlığı hissediyorduk. Babam tam bakkalın önüne geldiğinde bir anda o yöne çark etti. İşte bu !! Zafer bizimdi artık. Babam altın değerinde ki cornettoları almıştı nihayet. 90 bin liraydı o zamanlar ve her zaman yiyemezdik. Magnum ise hayal ötesi idi. Babam yukarı bakıp sırıttı bize. Kardeşim hemen kapıya yöneldi ve  koşa koşa babamı merdivenlerde karşıladı ardından torbayı çekip hızla geri döndü eve. Ağzımız kulaklarımızda yiyorduk cornetleri. O sırada annem çabuk yememizi çünkü akşam yemeği için anneanneme gideceğimizi söyledi. O an her şey bulanıklaştı. Elimdeki 90 bin liralık cornet bile artık bir şey ifade etmiyordu…
                                       …………………………………………………………………………..
Arabanın arka koltuğuna otururken kardeşim şebeklik yapmaya devam ediyordu. Bense kara kara düşünmekteydim. Caddeler yerini sokaklara bıraktı. Yaklaşmıştık. Arabadan inmeye çalışırken onu gördüm. Gözlerini patlata patlata geliyordu bize. Annemle sarıldılar ama bu durum onun ürkütücülüğünü hiçbir şekilde azaltmamıştı. Gözlerini bana dikti. Bense koşarak eve kaçtım. Titriyordum hafiften.  İğne korkusu göt korkusu olmuştu. Kafamda geniş çaplı iğneler dans ediyordu.  Zaman geçtikçe korkuyu unutmuş ve rutin şımarıklıklarıma başlamıştım kardeşimle birlikte. O zamanlar kırmızı bir topumuz vardı. Kames değildi. O kameslere ne özenirdim. 3 katlıları vardı bir de onların. Birkaç sene sonra üretilen fevernova topları bile kames 3 katlının yarattığı etkiyi ve hayranlığı yaratmamıştı. Kırmızı dandik topumuzla anneannemin evinde kardeşimle “ karşıdan karşıya” oynuyorduk. Gol yedikçe tartaklıyordum biraderi. O zamandan beri biraderli hacılı konuşurdum. Racon adamıydım. Yersen. Evden çıktıktan sonra ilk mahalle çocuğu tehditinde altıma sıçmak suretiyle balkonda oturma ihtimalini sevdiğim ebeveynlerimi arardı gözlerim. O zamanlar da böyle ebeveyn gibi kelimeler kullanırdım. Klas adamdım. Bunu da ye tamam mı ? Neyse. Top oynarken yaptığımız holiganımsı taşkınlıklar anneme ve anneanneme fazla gelmişti. Nihayetinde annem o sihirli cümleyi kurdu. Merak etme bu sihirli cümle, dünyanın en sihirli kelimesi olan “ lütfen” i barındırmıyordu. Muhteşem yıkıcılık kapasitesine sahip cümle döküldü annemin ağzından. “Uslu durun bakayım şimdi çağırıcam Hanife teyze yi. Yiceksiniz götünüze iğneleri”. Uyaklı konuşurdu annem o zamanlar bile. Bunu da yemişsindir umarım. Neyse. Dünyam bir anda grimsi bir dehşet rengine büründü. Sessiz kalamadım. Çığırtkanlığım devam etti. Durduramadılar beni şımardıkça şımardım. Tam o anda zil çaldı. Annem kapıyı açtı. Salondan onun sesini duydum. Hemen küçük odaya koştum. Cenin pozisyonu alarak koltukta büzülmüştüm. İçeriden onun sesi geliyordu. Hanife’nin. “nerde o getirin buraya çabuk. Vurayım götüne iğneyi aklı başına gelsin şımarık çocuk. Gel bakayım buraya gelll!!” içeride sesleri duydukça devekuşu misali kafamı koltuğun köşesine soktum da soktum. Annem geldi içeri. Hadi gel bakalım aklın başına gelsin diye sürüklüyerek Hanife’nin yanına götürdü. Direniyordum. Çığlıklarım inanılmazdı. En sonunda onun o sert yüzünü görünce “uaaaaaaaaaaaooooo” diye koyverip kendimi son hız evden dışarı attım.alttaki yumurtacı dükkanına saklanmıştım. Bi ara balkona baktım. Anneannem o çok sevdiğim tatlısını ikram ediyordu çayla birlikte. Bir tanecik göt kardeşim bana bakıp piç edasıyla sırıttı bana. Lan o yediği tatlı 90 binlik cornetten değerliydi hep. Hanife ve iğnelerinin yarattığı göt korkusu bendeki anneanne tatlısı sevgisini yenmişti. Göt kardeşim kardeş olduğu için hoş görülmüştü ve Hanife iğneleri ona işlemezdi. Bana işlerdi. Bok vardı değil mi büyük olmakta. Hanife gitti. Ben akşam yemeğinden sonra tatlıya abandım. Korkum seyreldi ve eve geri döndük. Aklımda Hanife,iğne,tatlı,kames, cornet resimleriyle uyuyakaldım. Alnımın akıyla bu hafta sonunu da atlatmıştım. Artık yeni hafta hazırlıklarına başlamalıydım. Hanife teyze sendromuna yakalanmıştım ama. Bu sendromun pençesinde cebelleşe cebelleşe büyüdüm ve bir süre sonra sonra Hanife teyze ve iğneleri artık yoktu. Taşındı mı yoksa öldü mü hiç bilemedim. Hiç sormadım bile nedense.
                                                        …………………………………………………

Kurstan çıktım. Her zaman yaptığım gibi hiç çay gelmeyen çay bahçesinde takıldım bir süre. 22 yaşında hayatın anlamını çözmüş bir müthiş gençtim. Bunu da yediğini söylemeyim değil mi artık. Neyse. Kalktım yavaş yavaş durağa yürürken bir çocuk gözüme çarptı. Annesine eziyet ediyordu resmen yaramazlıklarıyla. Ona bakıp güldüm yaklaştığım sırada. Çocuk beni öyle görünce daha da azdı. Nihayetinde annesinin ağzında sihirli cümle döküldü “ Bak uslu dur veririm seni amcaya döver seni.” Ulan ne amcası n'oluyor? Daha 15'liklerin abi demelerine alışamamışım! Neyse. Çocuk bu sözleri duyunca benden uzaklaştı hızla. Artık o çocuğun da bir sendromu vardı. Kurucusu da bendim. Yoluma devam ederken kan merkezinin yanından geçiyordum. İçeride hemşire teyze kan alıyordu birinden. Ense kıllarım dikeldi. Adımlarım bakkala götürdü beni. Bir tane magnum alarak yoluma devam ettim.